23 Haziran 2011 Perşembe

Ders Seçimi Hakkında Bir Rüya



Üniversitedeyken başarılı bir öğrenci olmama rağmen muhasebe derslerini pek sevmezdim. Sanırım ikinci sınıftaydı, o zamana kadar hiçbir dersten bütünlemeye kalmamama rağmen envanter bilanço dersinden bütünlemeye kalmıştım. Sevmiyordum muhasebe ile ilgili dersleri. Bütünlemeden geçtim ama o kadar sıkılmıştım ki, kafamı kesseler muhasebe ile ilgili bir ders seçmem şeklinde bir büyük laf etmiştim.

Ders seçme aşamasına geldiğimizde ise öğretmenlerimiz sınıfa gelip öncelikle dersi tanıtıyorlardı. Ben de üst sınıflarla bir ön görüşme yapmış, hangi derslerden daha rahat bir şekilde geçebileceğimizi sormuş, bu derslerin hocaları konusunda bilgi almıştım. Maliyet muhasebesi demesinler mi? Bunu aklımın bir köşesine yazdım. Ama henüz karar vermemiştim.



Bu sıralarda bir rüya gördüm. Rüyamda sınıftaydım. Her zamanki yerimde oturuyordum ama kendimi görmüyorum tabi. Karşımda hocanın masası vardı. Sıralar ve masa gerçekte olduğu gibi açık mavi renkteydi. Hocanın üstünde siyah bir hırka vardı. Hocayı masasında oturur vaziyette görüyordum. Oturduğu için masanın üstünde kalan kısmını görüyordum ama başını görmüyordum. Oturduğum sıradan baktığımda sağ tarafta birkaç kitap üst üste duruyordu. Sonra uyandım. Ders seçim aşamasında olduğumuz için bu herhalde seçeceğim ders ile ilgili bir rüya, hadi bakalım hayırlısı demiştim.



Okula gittim. Sınıfa daha önce görmediğim, bir hocam girdi. Dersini tanıtım amacıyla gelmişti. Sınıfa girince işleyeceği programı özetleyen kağıtları hepimize dağıttı. Programa baktım. Gayet güzel özetlenmişti. Bu şekilde özet bir program sunulması hoşuma gitmişti. Ufak tefek bu hanım maliyet muhasebesi hocamızdı. Masasında oturuyordu. Programın yazılı olduğu kağıttan başımı hafifçe kaldırınca karşımda masasında oturan hocamı gördüm. Masası bizim sıralarımızdan yüksekte duruyordu. Sınıftaki sıralar ve masa açık mavi renkteydi. Hocanın masası yüksekte olduğundan oturduğum yerden başımı hafifçe kaldırdığımda onu masada otururken görüyor ama başımı daha fazla kaldırmadığım için yüzünü görmüyordum o anda. Gerçek hayatta olduğumuz için bu sefer başımı kaldırıp yüzüne baktım. Üstünde siyah bir hırka vardı. Sol tarafında da aynı rüyamda gördüğüm gibi üst üste konmuş kitaplar. Ben karşısında olduğum için bana göre sağında. O görüntüyü gördüğüm anda içimi çok yoğun bir duygu kapladı bu anı daha önce yaşadığıma dair ve maliyet muhasebesi dersini seçmeye karar verdim. Bu dersten de sorunsuz bir şekilde geçmiştim.



Bu karar üst sınıftan aldığım bilgiler doğrultusunda hem mantıklıydı hem de gördüğüm bu rüya ve bu duygu beni etkilemişti. Rüyaların henüz çözülememiş yanları olduğunu düşünüyorum. Bazı rüyalar günlük yaşantımızdan etkilenerek gördüğümüz rüyalar olurken bazıları haberci rüyalar olabiliyor. Sanırım ruhumuz uyuduğumuzda zaman ve mekanda sınır tanımıyor, yolculuk yapıyor. Hiç bilmediğimiz yerlere gidiyor, hiç tanımadığımız yüzler görüyoruz.



Bazen konuşmadan anlaşıyoruz. Bilgiler alıyoruz. Dokunduklarımızı hissediyor, rüyada olduğumuz halde kendimizi gerçek hayattaymış gibi hissediyoruz. Rüyaların hâlâ çözülememiş bir dili ve sırları olduğunu düşünüyorum.



Yapılan 4 yoruma buradan ulaşabilirsiniz.

Doğa, Mucizeler ve Büyük Göçler Koleksiyonu



Daha önce gazeten kuponla bir belgesel seti almamıştım. Şimdi ise elimde 49 kupona aldığım National Geographic’in “Doğa, Mucizeler ve Büyük Göçler Koleksiyonu” var. Ümitle beklemek ve sabretmek güzeldi. Bu setin içinde otuz dvd, onların kitapçıkları ve iki tane üç boyutlu gözlük var. Bu dvdler deniz canavarları 3d, büyük göçler bir, iki, üç, leoparın gözleri, çöküş, Akdeniz’in kayıp gemileri, Gelibolu karanlıktaki sırlar, kayıp filo, ikinci dünya savaşının bilinmeyen hikayeleri, mavi balina krallığı, Mısır ölümsüzlüğe giden yol, olağanüstü öyküler vampirler, anne karnında ikizler, üçüzler, dördüzler, anne karnında hayvanlar, muhteşem makine insan vücudu, Afrika’nın ölüm makinaları, Hindistan’daki on iki öldürücü hayvan, Amazon’un katil hayvanları, Okyanusların ölümcül hayvanları, Şehirdeki canavarlar,Manş tüneli, Petronas kuleleri, Airbus A380, cruise gemisi, çarpışma rotası, zaman bombaları, yıldız kapıları, evrende başka canlılar var mı ?, uzay fırtınaları başlıklarını taşıyor.

Oldukça büyük bir kutunun içinde yer alan seti eve getirirken taşımakta zorlandım. İlk önce kitapçıkları inceledim. Ardından dvdleri inceledim. Çoğu dvd, kutularının içinde sabit durmuyordu. Hepsini açıp tek tek düzelttim. İlk önce üç boyutlu olan deniz canavarları dvdsini izledim. Ardından ölümle yaşam arasında büyük göçler bir dvdsinin ilk yarısını.



Üç boyutlu deniz canavarları isimli dvdde görüntüler güzeldi. Üç boyut hissini yaşatıyor. Eski çağlarda kıtalar henüz bugünkü şeklini almamışken okyanuslarda yaşayan deniz canlılarını anlatıyordu. Kansas’ta bir paleaontolog ekibinin bulduğu kemiklerden yola çıkılarak günümüzden seksen iki milyon yıl önce yaşamış büyük deniz canlılarının yaşantısı anlatılıyordu. Bu zamanda yaşamış ender bulunan bir Dolikorinkops’un kısa adıyla Doli’nin hayatından bahsediliyordu. Bu canlı geç kretase döneminden bir deniz sürüngeniydi. Hızlı yüzen ve yunusa benzeyen bir deniz canlısı.



Yalnız dvdde ses konusunda bir problem vardı. Ses hafif kesik kesik geliyordu. Bu setin içinde yer almayan bir dvd ile denedim. Bu derece bir sorun yaşamadım. Bilgisayarımdaki bir program eksikliğinden mi kaynaklanıyor acaba diye düşünmüştüm.



Büyük göçler serisinin Türkçe dublajını ise Tarkan yapmış. Şarkıları hoş ama bu şekilde bir belgeselde onun sesini duymak benim dikkatimi dağıttı. Üstelik seste bir problem yaşıyorken. O yüzden İngilizce olarak Türkçe altyazılı izledim. Daha önce BBC’nin Planet Earth isimli belgeselini izlemiştim. Beş dvd’den oluşuyordu. Muhteşemdi. Dağlar, ovalar, mağaralar, çöller, ormanlar, buzullar, okyanuslar, yeryüzü son derece etkileyici görüntülerle inanılmaz bir çalışmanın ürünü olarak bize sunulmuş. Mevsimlerin büyüleyici değişimi, hayvanların göçleri, doğanın muhteşem güzelliği, otların, çiçeklerin büyümesi, hayvanların yaşantısı, içinde hepsini bulmak mümkün. Bu belgesel serisinin çekim aşamalarını izlemekte en az belgesellerin kendisini izlemek kadar güzeldi.



Rengarenk kuşların ormandaki dansı, maymunların eğlenerek nehri geçişi, penguenlerin zor kutup koşullarındaki mücadeleleri,



bir kar leoparının yavrusunu yetiştirmesi, burada her halde hiç hayvan yaşamaz denen çöllerdeki rengarenk yaşam, insanların ayak basmadığı ormanlardaki canlılar, mağaraların ve okyanusların dibindeki ilginç yaşam türleri aklıma gelen konu başlıklarıydı.



İzleyeli çok uzun süre oldu. Mutlaka izlenilmesi gereken bir belgesel serisi olduğunu düşünüyorum.



National Geografic setinde yer alan büyük göçler bir isimli belgeselin ilk kısmında ise ağırlıkları elli tonu bulan, balinalardan daha hızlı yüzebilen ve daha derinlere dalabilen kaşalot isimli devasa bir canlı, Afrika antiloplarının göç yolculukları sırasında Mara nehrini geçişleri, kırmızı yengeçlerin yaşamlarını sürdürme mücadeleleri ve kral kelebeklerinin zorlu göçleri anlatılıyordu.

Yavru bir kaşolot annesinin yanında on yıl kalabiliyormuş. Dünya okyanuslarında kendi başına gezmeye başladığında ise yaşı kırkı bulabiliyormuş.



Yavru ilk zamanlarda annesi gibi derinlere dalamıyor. Annesi onu günde kırk dakika kadar yalnız bırakıp yüzelli kilo ahtapot ve mürekkep balığı yakalamaya gidiyor. Üç kilometre derinliğe dalabiliyor. Yönlerini bulmak için sonar sistemini kullanıyorlar. Çıkardıkları gıcırtı sesleri okyanus tabanından yansıyor.



Afrika antilopları ise nehirden geçerlerken kocaman timsahlarla mücadele etmek zorundalar. Timsahlarsa kıtlık zamanlarında dayanabilmek için antiloplar geçerken karınlarını iyice doyurmaya bakıyorlar. Kocaman dişli ağızlarını büyük bir iştahla açıyorlardı. Karada dişi antiloplar doğum yaptığında da yavruları hemen ayaklanmak zorunda. Çitalar ve akbabalar yeterince güçlü olmayan ve hemen ayağa kalkamayan yavrular için hazırda bekliyorlardı.



Dişi kırmızı yengeçlerin okyanus kıyısında ay ışığında, keselerine topladıkları yumurtalarını okyanusa bırakmak için yaptıkları dans ise gerçekten görsel bir şov gibiydi. Erkek kırmızı yengeçler dişlerden önce, sarı deli karıncaların olduğu, dik kayalıklardan indikleri yollardan geçerek zorlu bir yolculukla okyanus kıyısına varmışlardı. Bu sarı deli karıncaları da kargo gemileri adaya tesadüfen getirmişler. Sonradan çoğalan bu karıcalar yengeçlerin gözlerine ve ağızlarına asit püskürterek onlara saldırıyorlar.



Kırmızı yengeçler sahile ulaştıklarında kaybettikleri suyu ve tuzu okyanustan karşılamak isterlerken bir kaçı boğularak balıklara yem oldu. Kalanlar ise çiftleşmek için dişileri bekleyerek yuva kazdılar. Dişi Kırmızı yengeçlerin ay ışığındaki muhteşem danslarından sonra kırmızı bebek yengeçlerin okyanustan karaya doğru sürüler halinde ilerleyişlerini izlemek de muhteşemdi.




Hayvanlar yönlerini genetik kodlarına, dünyanın manyetik alanlarına, ay ve güneşe göre buluyorlar. Göçler, buluşmalar hep bir düzen içinde. İnsanlar gibi düşünemez denilen hayvanların böyle mükemmel bir düzen içinde hareket etmeleri çok etkileyici gerçekten.



Bir de kral kelebeklerinin Meksika ormanlarından Kanada’ya yolculukları beş ay üç nesil sürüyordu. Amerika’nın kuzeyine varan bu üçüncü nesil kral kelebekleri ipek otlarına konuyorlardı. Bu otlar zehirli. Kral kelebekleri de parlak turuncu renkteler onlar da zehirliler. Dişi kelebek ipek otlarına 200 yumurtasını tek tek bırakıyordu. Bu doğacak nesil ise dördüncü nesil olup süper nesil olarak adlandırılıyor. Çünkü bu nesil anne babalarından on kat daha uzun yaşıyor ve daha fazla dayanıklılığa sahipler. Ataları üç nesilde buraya gelmişken süper nesil, tek bir nesilde geri dönebiliyor. Bir tırtılın kelebeğe dönüşümünü izlemek çok güzeldi.



Meksika’ya geri döndüklerinde ise bu yolculuğu başlatan ataları gibi ağaçlar konarak baharın gelmesini bekliyorlardı. Görüntüleri çok hoştu. Dallara konan turuncu renkli kral kelebekleri baharda çiçek açan ağaçları hatırlatıyordu. O kadar çoklardı ki ağaç sanki kelebek ağacı gibi gözüküyordu.



İzlediklerimden ilk aklımda kalanlar şimdilik bunlar. Doğayı, hayvanları, bitkileri çok seviyorum. Belgeseller yoluyla doğayı keşfe çıkmak hayranlığımı ve sevgimi kat be kat arttırıyor.

Yapılmış olan 18 yoruma buradan ulaşabilirsiniz.

Aref Ghafouri’nin Muhteşem Gösterisi



Yetenek sizsiniz yarışması keyifle izlediğim programlardan biri. Özellikle gerçekten yetenekli olup, bu yeteneğini harika bir sunumla birleştirenlerin gösterilerini izlemek ayrı biz zevk oluyor. İnsan zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor. Bizde evde kendi aramızda yarışmacıları değerlendirip evet veya hayır diyoruz. Hülya Avşar, Acun Ilıcalı ve Ali Taran birlikte çok hoş bir jüri oluşturmuşlar. İçten yorumları ve samimi davranışları var. Özellikle Ali bey’in esprileri programa ayrı bir renk katıyor.



Bu programda büyük bir hayranlıkla ve keyifle izlediğim gösterilerden biri Aref Ghafouri’ye aitti. Kendisi İranlı. İranda iken yabancı öğrenci sınavı ile ilgili bir ilan gören Aref bu sınava katılması ve başarıyla geçmesi sonucu Türkiye’ye gelmiş. Odtü’de okuyor. Gerçekleştirdiği ilizyon gösterisiyle herkesi kendine hayran bırakan Aref ilk gösterisinde üç evetle uğurlanmıştı. Gösterisi dört aşamalı idi.


Gösterisinin İlk aşamasında Uri Geller gibi bir kaşığı büktü, ancak fiziksel gücünü kullanarak değil. Metal kaşığın boynu sanki ellerinin arasında eridi ve en sonunda kırıldı.



İkinci aşamada iskambil kağıtlarını kullandı. Jüriden avucunun içine bakarak bir tahminde bulunmasını istedi. Aref Acun bey’in siyah ve kırmızı renkleri arasında bir tercih yapmasını istedi. Acun bey kartın siyah renkte olmasını tercih etti. Hülya hanımın maça yada sinek grubundan birini seçmesini istedi.



Hülya hanım maçayı seçti. Ali bey de birden ona kadar sayılar ve papaz, kız ve vale seçeneklerinden birini seçecekti. Kız dedi. Aref daha önceden destedeki bir kartı ters çevirmiş. desteyi eline aldı ve kapalı olan kartı açtı. Kart maça kızıydı. Herkes hayretler içinde kaldı.



Gösterinin üçüncü aşamasında ise sahneye seyirciler arasından iki kız ve iki erkek çıkarıldı. Gelen seyircilerden biri Aref’in elinde bulunan kağıtlardan birini seçti. Kağıtlarda birkaç ünlü Hollywood yıldızının ismi vardı. Sonra Aref boş bir kağıdı makasla kesmeye başladı. Seçilen kağıt açıldığında kağıttaki isim Brad Pitt’in ismiydi. Aref de kestiği kağıdı açtı ve siyah ceketinin yakasına doğru tuttu. Resim Brad Pitt’e aitti. Herkes şok olmuştu.



Gösterinin dördüncü ve son aşamasında ise sayıları kullandı. Sahnede bulunan dört kişinin herbirinden 4 haneli bir rakam yazmasını istedi. Sonra onları topladı. Çıkan rakam 19519’du. Masanın üzerinde ise açılmamış bir zarf vardı. Üzerinde de bir soru işareti. Bu zarfın içinden katlanmış büyük bir kağıt çıkardı. Açtığında seyircilerin gördüğü rakam ise biraz önce bulunan ile aynıydı.19519. Herkes büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla onu alkışladı.



Pazar akşamı ise yetenek sizsiniz’de yarı final akşamıydı. Ve Aref de yapmış olduğu muhteşem gösteriyle yarı finale katılmaya hak kazanmıştı. Sahnede sakin ve karizmatik tavırlarıyla dikkat çeken Aref yeteneği ve zekasıyla herkesi etkilemeyi başardı. Çok özel bir yeteneği sergilemesinin yanında gerçekleştirdiği inanılmaz gösteriyi harika bir sunumla birleştirmesi beni de çok etkiledi.



Daha önce yapılan reklamlardan bu haftaki yetenek sizsiniz programında onun gösterisinin yer alacağını duymuştum. Mutlaka izlemeliyim diyordum. Programın sonlarına doğru televizyonu açmama rağmen onun yarı finaldeki gösterisini kaçırmadığımı öğrenince çok sevindim ve heyecanlandım. Yarı finaldeki gösterisi ise tüm rakiplerini geride bırakarak onu zirveye taşıyacak kadar etkileyiciydi. Aref, Aref,Aref yine muhteşem, inanılmaz derecede etkileyici bir gösteri gerçekleştirdi. İrandan gelirken sadece evet ve hayır demeyi bilen Aref Türkçeyi sadece 7 ayda öğrenmiş.Oldukça zeki aynı zamanda. Odtülü nede olsa.



Aref’in herkesi büyüleyen yarı final gösterisi ise şöyle gerçekleşti. Gösterinin ilk kısmında Aref jürinin el ele tutuşmasını istedi. Acun bey gözlerini kapattı. Aref ondan bir tatil yeri hayal etmesini istedi ve neredesiniz diye sordu. Acun bey sahil dedi. Aref hangi ülke olduğunu sorunca Acun bey Barbados dedi. Ve Aref Barbados ismini tahtaya herkesin görebileceği şekilde yazdı. Ardından göz kapama sırası Hülya hanım’a gelmişti. Ona ise şimdi tatile girmek için uçağa bindiniz koltuk numaranız kaç diye sordu. O da 11 dedi ve rakamın ardından bir harf sorulunca a,b, c, d ve e seçeneklerinden e’yi seçti. Ali bey de bu arada esprileriyle programa renk katmaya devam ediyordu. Sıra Ali bey’e geldiğinde Aref ona gözleri kapalı olarak uçak biletini hayal etmesini ve uçuş saatini söylemesini istedi. O da 14:42 dedi. Bütün bu söylenenler tahtaya yazıldı.



Ardından katlı bir gazeteyi Acun bey’e veren Aref, Acun bey’in bu gazeteyi, istediği jüri üyesine vermesini istedi. O da Hülya hanım’a verdi. Hülya hanımdan ise gözlerini kapatarak gazeteyi arkaya doğru atmasını istedi. Arkaya doğru atılan gazeteyi seyircilerden bir kız yakaladı. Gazete açılarak bir sayfa seçildi sonra ikiye bölündü ve bir kısmı yan taraftaki seyirciye verildi. Bu seyirci de gazeteyi Aref’in talimatları doğrultusunda yırttı ve parçaları iki ayrı eline aldı, ardından seyirci sahneye davet edildi. Sahneye çıkan seyirciden Aref, bir elini açmasını ve o elindeki gazete kağıtlarını bırakmasını istedi. Kalan gazete kağıdı parçaları şeffaf bir dosyaya konarak karıştırıldı ve içinden biri seçildi. Aref seyircinin bu küçük parçada yer alan kelimelerden birini aklında tutmasını istedi. Sonra kız Aref’in isteğiyle küçük gazete kağıdı parçasını cebine koydu. Aklındaki kelimeyi de Aref’e ve seyirciye göstermeden bir tahtaya yazdı.



Ayrıca sahnede, tepede asılı kilitli bir kutu duruyordu. Sıra onu açmya gelmişti. Açılan kutunun içinden rulo şeklinde bir kağıt çıktı. O yırtıldı içinden kırmızı kurdeleli bir başka rulo çıktı. Ruloyu yavaşça açan Aref sahnedeki seyircinin rulonun bir ucunu tutmasını istedi. Rulo yavaş yavaş sahneye paralel bir biçimde açılmaya başlandı. Rulo halindeki kağıt açıldığında görülen ilk kelime Barbados idi. Herkes çok şaşırdı. Rulo açılmaya devam etti, ikinci kelime E 11 di. Devamında ise 14:52 yazıyordu.



Herkes,sahneye hayranlıkla bakıyor, sevinç ve heyecan çığlıkları atıyordu. Acun bey ve seyirciler Aref’i ayakta alkışladılar. Daha önce böyle bir coşku yaşanmamıştı. Yalnız uçak saati 14:52 değil 14:42 olmalıydı. Aref pardon 10 dakikalık bir yanlışlık yapmışım dedi ama rulonun devamını açtığında uçuş 10 dakika rötarlı yazıyordu.



Sıra küçük gazete kağıdında yazılan kelimeye gelmişti. Aref kelimenin ilk harfi “k” mıydı dedi. Kız evet dedi. Ancak çıkan kelime konut kelimesiydi ve kız başka bir kelimeyi seçmişti. Aref de yanlış tahmin ettim bu durumda jürinin önünde yer alan zarfı açmalıyız dedi. Acun bey zarfı açtı. İçinde bir dvd yer alıyordu. Aref onu yayınlamak üzere içeriye vermek için istedi. Dvd yayına girdiğinde Aref şöyle diyordu. Bu dvd’yi izliyorsanız demek ki hata yapmışım. Sizden çok özür diliyorum. Bunları söylerken ki görüntüsü ise enteresandı. Sanki havada oturuyor gibiydi. Kamera biraz daha uzaktan çektiğinde ise görüntüye yerde toprağın üzerine yazılmış olan kader yazısı girdi. O sırada Aref “sizce kaderi değiştirebilir miyim?” diye soruyordu. Kızın tuttuğu kelime de kaderdi. Tahtada kader yazıyordu.



Çok etkileyici bir gösteriydi. Aref yetenek sizsiniz yarı finallerini geçerek birinci oldu. Haftaya diğer yarı finaller gösterilecek. Acun bey de bu yarışmada değil hayatında böyle bir gösteri görmediğini söyledi. Muhteşem bir gösteriydi. Olağanüstüydü. Aref sanırım insanların düşüncelerini etkileyebiliyor. Onların, kendisinin istediği şeyleri düşünmesini, seçmesini sağlayabiliyor. Bu yeteneğini geliştirmiş. 11 yaşında başlamış bu gösterilere. Son 4-5 yıldır ise profesyonel olarak yapıyormuş. Bu gösterisi içinde 3 yıl hazırlanmış. Finalde bizi nasıl bir gösteri bekliyor acaba? Onun gösterisini izlemek için sabırsızlanıyorum. Bence Aref dünya çapında başarılara imza atacak bir ilizyonist. Adını tüm dünyaya duyuracağına inanıyorum. Kendisini tebrik ediyorum. Başarılarının devamını diliyorum.



Yapılan 18 yoruma buradan ulaşabilirsiniz.

Karga ve Ceviz


Karga karga gak dedi,çık şu dala bak dedi. Bu kargalar ne kadar akıllı. İnce uzun bacaklarıyla ne kadar da sevimliler. Belki daha önce duyduğunuz bir şeyi anlatacağım. İlgili videoyu buradan izleyebilirsiniz. Televizyonda izlediğim görüntülerde kargalar ceviz yiyebilmek için trafiğin işlek olduğu bir caddede araçlar hareket halindeyken cevizi aşağı atıyorlardı.

Hareket halindeki araçlar cevizi kırıyorlardı. Kargalar kırmızı ışığın yanmasını bekliyorlardı. Kırmızı ışık yanıp arabalar durunca da kırılan cevizlerini afiyetle yiyorlardı. Bunu ilk duyduğumda ne kadar zekiymiş bu kargalar dedim içimden. Ama benzer bir olaya yakından tanık olacağım hiç aklıma gelmemişti. Geçen gün İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde yürüyorum. Yere bir şeyin düştüğünü duydum. Acaba ben mi bir şey düşürdüm farkında olmadan diye etrafıma bakındım. Birde baktım ki yerde kırılmış bir ceviz duruyor. Allah Allah dedim. Etrafta da hiç ceviz ağacı göremiyorum ama. Sonra kafamı kaldırdığımda binanın üstünde bir karganın durduğunu ve bana baktığını gördüm.Artık bana mı bakıyordu yoksa binanın tepesinden atarak kırdığı cevizine mi bakıyordu orası meçhul. Sonra uçup gitti siyah karga. Ben de bu sevimli muzip hayvanların zekasına bir kez daha hayran kaldım ve gülümseyerek oradan ayrıldım.



Hoşuma giden bu sevimli anıyı anlatırken, İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde ulu bir çam ağacına sırtımı dayamış bulunmaktayım. Çimlerin üstünde oturuyorum. Saat dört buçuğu bir geçiyor. Hava biraz rüzgarlı ama bu anımı ulu ağaçların yaprak hışırtıları, muzip kargaların ötüşleri arasında, sırtım bir ağaca dayalıyken ve çimenlerin üzerinde otururken, hissederek yazmak istedim. Bu hoş sürprizi yaşadığım bu güzel bahçede, bu yeşil bahçede yazmak istedim. Bu yazıyı yazarken kendimi o kadar mutlu hissediyorum ki karanlık basmak üzere olmasaydı birkaç saat daha burada kalabilirdim. Artık bu sefaya başka bir gün devam edeceğim. Zaten okula ilk geldiğimde de ilk önce bilmediğim ağaçların isimlerine bakmış yere düşen at kestanelerini ve porsuk ağacının küçük kırmızı tohumlarını ekmek üzere toplamıştım. Çevreden görenler de ne yapıyor bu kız böyle demişlerdir herhalde. Gerçi o gün okulda pek kimse yoktu, tıpkı bugün bu saatlerde olduğu gibi. İnsana huzur veren bu yerin kanlı çatışmalara, kavgalara şahit olmuş olabileceğine insan inanamıyor doğrusu. Sanırım şöyle kafalarını bir kaldırıp, yeşilin doyumsuz güzelliği içinde kaybolmayı , huzuru ve sevgiyi hissetmeyi, yaşamayı bilmiyorlardı. Ama ben biliyorum. Sanırım herkes benim gibi bakmıyor çevresine. Dersler, dersler tabi ki de önemli. Onlar nasılsa geçilmek zorunda tabi ki. Burada öğrenmek için bulunuyoruz. Bu herkesin farkında olduğu ve farkında olması gereken bir şey zaten. Ama bu mekanı yaşamak, ağaçları hissetmek, kargaların ötüşleriyle sevinmek, herkesin fark edebildiği bir şey değil sanırım. Olması gerekenden biraz kafamızı kaldırıp etrafımıza bakmamız gerekiyor. Şimdi bu ulu ağaçları, yeşil çimenleri, çırpı bacaklı muzip kargaları, kenarları pembe ve kırmızı çiçeklerle donatılmış yolları bırakarak evime gidiyorum. Ama onlar beni bırakmıyor. Hayalimde benimle birlikte evime geliyorlar.

Aklımdan Geçen Cümle


Sizlerle enteresan bir anımı paylaşmak istiyorum. Üniversitedeyken yaşadığım bu olay karşısında ben de şaşkınlık yaşamıştım. Üniversitedeyken en yakın arkadaşıma ekonometri sınıfından bir çocuk çıkma teklif etmişti. O da nazikçe reddetmişti. Biz kendisiyle arkadaş olduk sonrasında. Ders aralarında, kantinde, yemekhanede karşılaştığımızda selamlaşır, iki çift laf eder hale gelmiştik. Bir gün en yakın arkadaşımla kantinde oturuyoruz o yanımıza geldi. Selamlaştık. O yanımıza oturmadı ama konuşmaya devam ediyoruz. Kendisi alttan bıraktığı derslerini artık çalışarak vermek istediğinden bahsediyordu ama daha çok arkadaşıma bakarak konuşuyordu. Bende konuşan o olduğu için onun yüzüne bakarak onu dinliyordum. Birden aklımdan “acaba çok az zamanının kaldığını bilseydi yine de derslerini vermeye çalışır mıydı ?”, şeklinde bir düşünce geçti. Ancak aklımdan geçen bu düşüncemi tabi ki sesli olarak paylaşmadım. Böyle düşündürtecek herhangi bir durum hakkında bir bilgiye sahip değildim. Onu dinlerken, ona bakarken aklımdan bir anda geçen bir düşünceydi bu. Sonra bizde kendisine başarılar diledik. O günkü sohbetimizden hatırladıklarım, kaldığı derslerinden geçmek istemesi ve o anda aklımdan geçen bu garip cümle. O günkü kısa sohbetimizi sonlandırdık. Aradan birkaç hafta geçti. Geçen süreyi tam hatırlayamıyorum ama yaptığımız konuşmayı hatırlayacak kadar kısa, çok uzun olmayan bir süreydi. En yakın arkadaşımla beraber sınıfımızın yer aldığı katta ilerliyorduk. Ekonometri sınıfının kapısının önünden geçerken kapıda asılı olan bir resim dikkatimizi çekti. Başımız sağ olsun, Allah rahmet eylesin, arkadaşımızı kaybettik, benzeri bir yazı yazıyordu. Meraklandık. Kim olduğunu anlamak için resme daha yakından baktık. Resimdeki O’ydu. Birkaç hafta evvel bizimle sohbet eden, kalan derslerini vermek istediğini söyleyen arkadaşımızdı. Sınıfın kapısındaki resimden edindiğimiz bilgiye göre trafik kazası geçirmişti. Arkadaşım ve ben bir birimize baktık. Hem şaşırdık, hem de üzüldük. Ölümün insanı ne zaman nerede yakalayacağı belli olmuyor. Bunu önceden hissetmiş olmam da beni şaşırtmıştı.

Yazım ile ilgili yapılan iki yoruma buradan ulaşabilirsiniz.