23 Haziran 2011 Perşembe

Karga ve Ceviz


Karga karga gak dedi,çık şu dala bak dedi. Bu kargalar ne kadar akıllı. İnce uzun bacaklarıyla ne kadar da sevimliler. Belki daha önce duyduğunuz bir şeyi anlatacağım. İlgili videoyu buradan izleyebilirsiniz. Televizyonda izlediğim görüntülerde kargalar ceviz yiyebilmek için trafiğin işlek olduğu bir caddede araçlar hareket halindeyken cevizi aşağı atıyorlardı.

Hareket halindeki araçlar cevizi kırıyorlardı. Kargalar kırmızı ışığın yanmasını bekliyorlardı. Kırmızı ışık yanıp arabalar durunca da kırılan cevizlerini afiyetle yiyorlardı. Bunu ilk duyduğumda ne kadar zekiymiş bu kargalar dedim içimden. Ama benzer bir olaya yakından tanık olacağım hiç aklıma gelmemişti. Geçen gün İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde yürüyorum. Yere bir şeyin düştüğünü duydum. Acaba ben mi bir şey düşürdüm farkında olmadan diye etrafıma bakındım. Birde baktım ki yerde kırılmış bir ceviz duruyor. Allah Allah dedim. Etrafta da hiç ceviz ağacı göremiyorum ama. Sonra kafamı kaldırdığımda binanın üstünde bir karganın durduğunu ve bana baktığını gördüm.Artık bana mı bakıyordu yoksa binanın tepesinden atarak kırdığı cevizine mi bakıyordu orası meçhul. Sonra uçup gitti siyah karga. Ben de bu sevimli muzip hayvanların zekasına bir kez daha hayran kaldım ve gülümseyerek oradan ayrıldım.



Hoşuma giden bu sevimli anıyı anlatırken, İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde ulu bir çam ağacına sırtımı dayamış bulunmaktayım. Çimlerin üstünde oturuyorum. Saat dört buçuğu bir geçiyor. Hava biraz rüzgarlı ama bu anımı ulu ağaçların yaprak hışırtıları, muzip kargaların ötüşleri arasında, sırtım bir ağaca dayalıyken ve çimenlerin üzerinde otururken, hissederek yazmak istedim. Bu hoş sürprizi yaşadığım bu güzel bahçede, bu yeşil bahçede yazmak istedim. Bu yazıyı yazarken kendimi o kadar mutlu hissediyorum ki karanlık basmak üzere olmasaydı birkaç saat daha burada kalabilirdim. Artık bu sefaya başka bir gün devam edeceğim. Zaten okula ilk geldiğimde de ilk önce bilmediğim ağaçların isimlerine bakmış yere düşen at kestanelerini ve porsuk ağacının küçük kırmızı tohumlarını ekmek üzere toplamıştım. Çevreden görenler de ne yapıyor bu kız böyle demişlerdir herhalde. Gerçi o gün okulda pek kimse yoktu, tıpkı bugün bu saatlerde olduğu gibi. İnsana huzur veren bu yerin kanlı çatışmalara, kavgalara şahit olmuş olabileceğine insan inanamıyor doğrusu. Sanırım şöyle kafalarını bir kaldırıp, yeşilin doyumsuz güzelliği içinde kaybolmayı , huzuru ve sevgiyi hissetmeyi, yaşamayı bilmiyorlardı. Ama ben biliyorum. Sanırım herkes benim gibi bakmıyor çevresine. Dersler, dersler tabi ki de önemli. Onlar nasılsa geçilmek zorunda tabi ki. Burada öğrenmek için bulunuyoruz. Bu herkesin farkında olduğu ve farkında olması gereken bir şey zaten. Ama bu mekanı yaşamak, ağaçları hissetmek, kargaların ötüşleriyle sevinmek, herkesin fark edebildiği bir şey değil sanırım. Olması gerekenden biraz kafamızı kaldırıp etrafımıza bakmamız gerekiyor. Şimdi bu ulu ağaçları, yeşil çimenleri, çırpı bacaklı muzip kargaları, kenarları pembe ve kırmızı çiçeklerle donatılmış yolları bırakarak evime gidiyorum. Ama onlar beni bırakmıyor. Hayalimde benimle birlikte evime geliyorlar.

Hiç yorum yok: