12 Temmuz 2011 Salı
Libya’daki Anılarım
Tunus’ta başlayan isyanlar Mısır’a sıçradı ve domino etkisiyle Libya’ya ulaştı. Ortadoğu da yaşanan bu karışıklıklar esnasında bir çok insan öldü. Böylece Kaddafi yönetimindeki Libya gündemin en önemli ülkelerinden biri haline geldi.
Ben üç dört yaş civarlarındayken Libya’da Tripoli’de yaşamıştım. Yaklaşık bir, bir buçuk yıl. Babamın görevi nedeniyle oradaydık.
Deniz gören teras katında bulunan küçük bir evimiz vardı. Yakınımızda büyükelçilikler bulunuyordu. Yanımızda bir futbol sahası vardı. Babam yokken terasın futbol sahası olan kısmındaki çamaşır ipine çarşaf asardık. Hava ise çok sıcaktı. Gölgede kırk beş derece.
Balkonda annem ile birlikte beslediğimiz bir güvercinimiz vardı. Yeşil bir sepetin altında yaşıyordu. Bazen ona maydanoz yedirirdim. Sonra saldık. Süt kutularının üzerindeki inek resimlerini keserdik annemle birlikte. Hayvanları o zaman da çok severdim. Küçük oyuncak bir tencerem vardı. Annem ekmek pişirdiğinde ben de küçük tenceremde ekmek pişirirdim. Annem bana düz ve yatay çizgiler çizdirirdi, okumayı, yazmayı öğrenmem için alıştırmalar yapardık. Hatta orada kayıtsız olarak bir Türk okuluna gitmiştim. Yeşil gözlü kumral bir öğretmenimiz vardı. Annem okulda uslu durmamı söylerdi. Annem öğretmenime okuldaki durumumu sorduğunda ise öğretmenim “kımıldamadan o kadar uslu duruyor ki derste uykusu geliyor” demiş.
Tekir isminde bir kedimiz vardı. Çok akıllı ve sevimliydi. Annem beni yıkadığı zaman o da bir köşede beklerdi yıkanmak için. Benden sonra annem onu da yıkardı. Babam eve geldiğinde bir dizine ben otururdum, bir dizine Tekir. Bir keresinde annemin bana yaptığı yumurtadan kuşla oynamak istemişti. Bizde parçalar diye ona vermemiş, ipiyle yüksek bir yere asmıştık. Akşam babam eve gelince Tekir, onu doğru kuşun yanına götürmüş ve istemişti. Miyavlayarak bir nevi bizi şikayet etmişti. Sonra kuşu ona verdik. Annem bana yenisini yapmıştı. Tekiri çok seviyorduk. O evin ikinci çocuğuydu. Ev sahibimiz ilk başta kedileri sevmezken sonradan onu atlas yorganlarda yatırmaya başlamıştı. Tekir onların yapıp astığı pastırmaları çalardı. Kendileri görmüş atlayıp, pastırmalar düşene kadar sallanıyormuş. Ev sahibimizin ismi de hatırımda Latife hanım teyze. Bir keresinde ayaklarıma kına yakmıştı.
Bol etli, bulgurlu yemekler pişirirlerdi. Kuskus çok sevdikleri bir yemekti.
Libya’nın sıcak havasında deniz gören pencerenin karşına oturur neredeyse her gün bir kavanoz çokokrem yerdim. Sonrasında da alerji olup kaşınırdım. Hatırladığım kadarıyla evinde kocaman bir kaplumbağa besleyen bir komşumuz vardı. Bazı günlerde annemle babama kahvaltı hazırlamak çok hoşuma giderdi. Annemden sadece çayın altını yakmasını isterdim. Bir de annem ve babam bana “hadi ders çalış kızım” dediklerinde uykum geldi derdim. Sonra uyumamı istediklerinde “hadi ders çalış kızım” demeye başlamışlardı. Ben yatmaya gidince Tekir de benimle birlikte gelirdi.
Akşamları bazen hurma ağaçlarının olduğu bir meydana giderdik. Deniz kenarındaydı. Renkli hava fişekleri görebiliyorduk. Yanımızda badem götürüp, orada onları kırıp yerdik.
Henüz Türkiye’de para attığında çalışan renkli elektronik oyuncaklar yoktu. Şimdi alışveriş merkezlerinin çocuklara ayrılmış bölümlerinde sıkça gördüğümüz, ördek, at, helikopter şeklinde olanlardan. Ben Libya’dayken bu oyuncakları çok severdim. Dışarı çıktığımızda çoğu zaman babam ve annem beni onlara götürürlerdi.
Sinemaya ise çocukları almazlarken beni alıyorlarmış. Çocuk arabasında sinemada olduğum zamanları hatırlıyorum. Kovboy filmleri oynardı. Acıkınca annem bana bisküvi verirdi. Sonra uyurdum.
Annem orada ben küçükken beni çocuk arabasıyla pazara götürdüğünde yolda herkes bize bakıyormuş. Çünkü benim küçük oyuncak müzik aletlerim vardı. Bir elimde zil, öbür elimde def, ağzımda düdük, mızıkalı bando gibi ilerliyormuşuz. Müziği seviyordum. Müzik ruhun gıdasıdır.
Annemin anlattığına göre insanlar ellerinde seccadeleri ile gezip, ezan okunduğunda hemen namaz kılmaya başlıyorlarmış.
Bu sıralarda sanırım su sıkıntısı da yaşanıyordu. Bitlenmiştim. Annem belime kadar gelen uzun saçlarımı kesmek zorunda kalmıştı. Amerika’nın Libya’ya ambargo koyduğu bir dönemdi.
Annem ve babam birçok yiyeceği Türkiye’ye gelip alıyorlardı. Yalnızca Libya halkının girebildiği marketler vardı. Babam esmer ve kıvırcık saçlı oluğundan o rahat girebiliyormuş. Bir gün annemle gittiğinde ise yabancı olduğunu anlamışlar.
Çok ilginç kuralları olan bir ülkeydi. Örneğin bir trafik kazası olduğunda yabancı uyruklu olan haklı olsa bile Libya halkından olan haklı sayılıyordu. Kimse evini boş bırakıp dışarı gidemiyor, mutlaka bir kişi evde kalıyordu. Ben tabi ailemin anlattıklarından aktarıyorum bunları. Dört yaşındayken bu kuralları algılamam mümkün değil.
Babamın anlattığına göre bir gece annem ve babam dışarı çıkmışlar. Geri döndüklerinde evin ışıkları yanıyormuş. Bir bakmışlar evde başkaları. Eşyalarımız, pasaport ve kimlikler evdeyken ev boş kaldı diye gelmişler evi sahiplenmişler.
Meğerse Kaddafi’nin yeşil kitapta belirttiği, kanunlara göre böyle bir hakları varmış. Sonradan eşyaları ve kimlikleri almak için onları zar zor ikna etmişler.
Orada birkaç kelime de öğrenmiştim. Telaffuzuna göre yazarsam maselame, mekle, maya. Birincisi güle güle, ikincisi yemek, üçüncüsü su demek. Birde hatırladığım kovmak,defol git anlamında yallah barra diyorlardı. En gereklilerini öğrenmişim.
İşin enteresan tarafı, 1985 diye anımsıyorum ama 1986 da olabilir, Amerika Libya’yı bombaladığında oradaydık. Bombaların ıslık çalan sesini hatırlıyorum. Fiyuuuuu gümmmmm. Bütün bina sallanırdı. Babam ilk önce camları açmış. Herkesin camları kırıldı, bizimkiler kırılmadı. Annem, babam, ben ve Tekir kapının eşiğinde duruyorduk. Ailem eve bir bomba düşme ihtimaline karşı beni korumak istediklerinden beni aralarına almışlardı. Yere çok yakın duruyorduk. İlginç bir şekilde kedimiz de korktuğundan bizimle aynı hareketleri yapıyordu. Kollarını bacaklarını açmış yüz üstü yere yatmıştı.
Bir de evin yanında radyo istasyon binası vardı. İlk bombalanacak yerlerden biriymiş. Sonra ev sahibimizden haber geldi. Çöle kaçacaklarmış.
Tanıdıkları varmış. Bize de haber verdiler. Kapıdan çıkarken babam gökyüzüne bakmamı istedi. Işıl ışıldı gökyüzü, atılan füze mi diyeyim mermi mi diyeyim havadaki gidişleri hareketleri görülüyordu. Annem de “bir şey olacak şimdi hadi gidelim” diye bizi uyarmıştı. Arabayla çöle doğru ilerlerken etraftaki askerleri hatırlıyorum. Çöle vardığımızda ise istifra etmiştim. Korkuyordum. Anneme sanki birinin gelip bizi bıçaklayacağı şeklinde bir hisse kapıldığımdan bahsetmiştim. Sonrasını çok hatırlamıyorum.
Geceydi çöle geldiğimizde. Ev sahibimizin tanıdıklarının yanına gitmiştik sanırım. Bir kalabalık hatırlıyorum. Ortalık yatıştığında ise Türkiye’ye döndük.
Ailemin anlattığına göre kimse Kaddafi’nin ismini ağzına alamıyordu. Ona Şakir diye isim takmışlardı. İyi ya da kötü birisi Kaddafi’nin ismini söylediğinde götürülüyormuş.
Kaddafi’nin yeşil kitaplı ülkesi, çocukluğumun hoş ve heyecanlı anılarını barındıran ülke. Umarım Libya, halkının en mutlu olacağı şekilde yönetilen, bağımsız, kendi kararlarını alabilen bir ülke olarak ayaklarının üzerinde durmayı başarabilir. Bu karışıklıklar umarım sona erer ve daha fazla insan ölmez. Umarım Libya, Ortadoğu’daki başka ülkeler gibi işgal altında yaşayan bir ülke haline gelmez.
Bir de her ülke kendi vatandaşını gemilerle, çeşitli yollarla ülkeden çekmeyi başarıyor. Çok güzel bizim vatandaşlarımız da oradalar. Zarar görmesinler. İnşallah sağ salim dönerler. Peki ya gidecek yeri olmayan Libya halkı ne yapsın. O karmaşanın içinde bulunan masum kadın ve çocuklar. Üzülüyorum onlar için. Savaşı, kıtlığı, yoksulluğu yaşayan, vatanlarını kaybeden insanlar için üzülüyorum. Umarım yüz yıllık dönemler için gerçekleştirilen siyasi, tarihi ve coğrafi planlar başka ülkelerin zenginliklerini ele geçirmek, yağmalamak için değil de dünya barışı için, dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirmek için, küresel ısınmayı önlemek için, yoksulluğu önlemek, artan nüfusla birlikte, bu dünyanın sadece insanlara ait olmadığı bilincini taşıyarak, bolluk içinde huzur, barış ve neşe içinde birlikte var olabilmek için yapılır. Bu da iyiliğin kötülüğü yenmesi, sevginin nefreti aşabilmesi demek.
Bu yazım ile ilgili yapılan 11 yorumu buradan okuyabilirsiniz.
Etiketler:
ambargo,
bombalama,
domino etkisi,
dünya barışı,
havai fişekler,
isyanlar,
kaddafi,
kedim tekir,
kına,
kuskus,
libya,
libya anılarım,
libya çölü,
ömer muhtar,
savaş,
trablus,
tripoli
Altın Yonca Kolyem
Hatırladığım kadarıyla yedi yaşındaydım. Balıkesir’de anneannem, ben ve Fahriye teyze kuyumcuya gitmiştik. Bana bir kolye alınacaktı. Anneannem altın yonca şeklinde bir kolye beğendi ancak ortasında da mavi bir boncuk vardı. Ben kolyeyi beğenmemiştim. Ortasındaki mavi boncuk hoşuma gitmemişti. Ben ortasında mavi boncuk olmayan daha zarif altın yonca şeklinde bir kolye beğenmiştim.
Ancak ortasında mavi boncuk bulunan altın yonca kolye yine de satın alındı. Kolye artık altın bir zincirle boynumdaydı. Kuyumcudan çıktık, anneannem, fahriye teyze ve ben kaldırımda yürüyorduk. Ben sağ elimi avucum açık bir biçimde göğsümde kolyenin altında tutuyordum. Neden öyle yaptığımı da bilmiyordum. Düşünerek bilinçli olarak yaptığım bir hareket değildi.
Sonra Fahriye teyze neden öyle yaptığımı, yürürken neden öyle durduğumu sordu. "Yoksa kolyenin düşmesinden mi korkuyorsun?" dedi. Benim aklıma daha önce böyle bir fikir gelmemişti. Elimi bu söz üzerine ya ben aşağı indirdim ya da o tam hatırlayamıyorum. Kollarım şimdi yürürken iki yanımdaydı. Ancak bu şekilde durmak bana rahatsızlık veriyordu. Rahatsız oluyordum. Beni rahatsız eden bir his vardı. Elimi yeniden avucum açık bir biçimde kolyenin altına göğsümün hizasına getirdim. Ancak bu hareketim kolyenin düşeceği ile ilgili bir endişe, korku ya da düşünce ile ilgili değildi. Sadece aksi halde yani kollarım iki yanda durduğumda hissettiğim rahatsızlık duygusu ile ilgiliydi.
Yolda ilerlemeye devam ederken birden kolye zincirinden koparak avucuma düştü. Onlar da şaşırdılar. Tekrar kuyumcuya geri dönüp benim beğendiğim, istediğim ortasında mavi boncuk olmayan zarif altın yonca kolyeyi aldık. Diğerini geri verdik. Benim için enteresan, hayret verici bir olaydı. İlginç bir anı olarak hafızamda kayıtlı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Temmuz 2008 Arşivim
- Planetarium
- Björk İstanbul’a Geliyor!
- Sarhoş Olmayan Sıçan
- Karakovan Balı
- Deniz Kirliliği ve İklim Değişikliği
- Metallica Konseri
- İstiridye Kabuğu Tozu
- Kutup Işıkları
- Yaz Yağmurları ve Sonbahar
- Bike Baran
- İnsanüstü Görme Yetisi
- Tuhaf Bitkiler
- Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi
- Türkiye’nin Bitki Zenginliği
- Her şey Dahil bir Çiftlik Tatili
- Güzellik ve Sağlığın Sırrı Zeytinyağında
- Okullarını Öğrenciler Isıtacak
- 100 Ayda Dünyayı Kurtarma Planı
- Bir Deniz Kaplumbağası Evlat Edinin!
- Zoboomafoo
- Ekoturizm ve Eko Okullar Programı
- Caretta Carettalar
- Çevreci Yerleşim Alanları
- Atıkların Doğaya Karışma Süresi
- Okaliptus Ağaçları ve Amik Ovası
- Şırnak’ta Çevre Kirliliği
- Orkinos Avcılığı
- Samsun’da Ekolojik Pazar
- Kivalina Köyü Devlere Karşı
- Bir Leoparın Timsah Avı
- Organik Çay